
Kürt Birliği Konferansı: Derinleşen Çelişkiler ve Konferansın Söyleyemediği Çözüm
“10 Mart ittifakının olduğu yerde Kürt Birliği Konferansı’nın “atıl” kalma durumu ortaya çıkabilecektir. Ancak buna rağmen ezilen Kürt ulusunun birlik arayışları temelinde bir araya gelmesi, kendi kaderinin tayin hakkı konusunda tartışmalar yürütmesi daha ileri bir yerde durmaktadır.”
16 Mayıs 2025
Uzun bir süredir tartışmaları ve hazırlıkları yürütülen Kürt Birlik Konferansı, 25 Nisan tarihinde Qamişlo’da yapıldı. Bu konferansın ulusal bir birlik karakteri taşıması elbette ezilen ulusun Suriye parçasında kendi kaderini eline alması bakımından önemli bir yerde durmaktadır. Ancak bu henüz Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkını kullanabileceği anlamına gelmemektedir. Kürt ulusunun son 30 yıldır arta gelen kazanımlarına rağmen, Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık referandumuna, tüm emperyalistlerce ve faşist TC; yanısıra diğer gerici dikta rejimleri tarafından nasıl karşı çıkıldığını ezilen halklar yakından izledi.
Bu anlamda ezilen bir ulusun kendi bağımsızlığını, özgürce ayrılma hakkını kullanması, emperyalistlerin çıkarları açısından değerlendirileceği ortadadır. Bu nedenledir ki, emperyalizm ve proleter devrimler çağında, bir ulusun kendi kaderini özgürce ve dış müdahale olmaksızın belirleme şansı teorik olarak mümkün olsa bile pratikte zordur. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında, kapitalist sistemi cepheden hedeflemeyen bir bağımsızlığın dönüp dolaşıp geleceği yer yine kapitalizm olacaktır. Bu ise eşyanın tabiatı gereği emperyalist sistemle uzlaşma olacaktır. Dolayısıyla emperyalizm ve proleter devrimler çağında bir ulusal hareketin özgürce ayrılma hakkını kullanması, (talebin haklı ve meşruluğu bir yana, ki komünistler her şart altında ezilen ulusun bu hakkını kayıtsız ve şartsız savunurlar), emperyalistlerin çıkarlarına uygun düşüp düşmeme durumu ortaya çıkmaktadır ki, bu da o ulusun ancak şu veya bu emperyalistin güdümüne girmesi durumunda bir “bağımsızlık” elde edeceği anlamına gelir.
Bu konuda özellikle de emperyalizm ve proleter devrimler çağında ve kapitalizm şartlarında ulus devletler arasında mutlak bir eşitliğin olmayacağı açıktır. Ancak bu objektif gerçeklik başta Kürt ulusu olmak üzere, ezilen ulusların özgürce ayrılma hakkının imkansızlığı üzerinden reddedilmesi demek değildir: “Komünistler hiçbir ulusal imtiyazı savunmazlar. Milletler arasında mutlak eşitliği savunurlar; kapitalizm şartlarında milletlerarasında mutlak eşitliğin olamayacağını elbette bilirler; ama buna rağmen yine de teoride de kalsa çeşitli milliyetten işçilerin ve emekçilerin birliğini sağlamak için, her türlü milli imtiyaza ve eşitsizliğe karşı çıkarlar; olabildiği kadar en tutarlı, en geniş, en ileri demokratizmden yana çıkarlar.” (İK, Bütün Eserleri, Nisan Yayıncılık, s. 260-261
Buradaki “bağımsızlık”tan kasıt, yarı-sömürge olma ve burjuvazinin ise komprador nitelik alma halidir. Zira ulus meselesinin pazar sorunu ile birebir ilişkili olduğu, emperyalistlerin üçüncü pazar paylaşımı savaşına hazırlık yaptıkları bu dönemde, Kürt ulusunun bağımsızlığını elde etme durumu yani Kürt burjuvazisinin kendi ulusal pazarını “bağımsız” olarak koruma olanakları ortadan kaldırmıştır. Kürt ulusuna sunulan tek tercih, Kürt ulusunun kendi pazarını emperyalistlere sunma tercihidir, siyasal anlamda bu, en iyimser haliyle kurulacak bir ülkenin yarı-sömürge olması durumu anlamına gelmektedir.
Tabi bu gerçekler ışığında bakıldığında, Kürt ulusunun kendi birlik arayışlarını, o ulusun kendi kaderi hakkındaki arayışlarının ürünü olarak ortaya çıktığını görmek gerekir. Kürt ulusunun, Sykes-Picot’tan bu yana dört parçaya bölüştürülmesini, yine emperyalistlerin o dönemki çıkarlarında aramak gerekir, zira bu parçalanmışlığı yaratanlar emperyalistlerin kendileri idi. Bu parçalanmışlıkla Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkı başta İngiliz-Fransız emperyalistleri olmak üzere faşist TC ve diğer gerici-dikta rejimleri tarafından alçakça çiğnenmiş oldu.
100 yıllık bu süreç içinde Suriye Kürtleri, Arap milliyetçiliğine dayalı BAAS Rejimi tarafında ezildiler. Ulusal zulme maruz kaldılar, yok sayıldılar, toplum dışı bırakıldılar, yerlerinden yurtlarından edildiler, zaman zaman katliamlara maruz kaldılar, topraklarına el konuldu. Demografik anlamda yer değiştirmeler zorla dayatıldı ve bu belli ölçüde de uygulandı. Yaşanan bu zulüm karşısında Kürt ulusunun en ufak hak talepleri ve mücadelesi kanla bastırıldı.
Suriye Kürtleri, 2011 yılında yaşanan iç savaşla birlikte, daha önceki örgütlülüğün yaratmış olduğu zemini de güçlü bir şekilde kullanarak kendi haklarına sahip çıkmaya ve örgütlenmeye başladılar. DAİŞ’in süreç içinde yenilgisi ile sonuçlanan süreçte, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin, devrimci ve komünist güçlerin, enternasyonalistlerin halk içindeki etkisinin arttığı bir durum ortaya çıktı. Bu durum, bölge gerici devletleri ile DAİŞ’e direk destek veren TC-Katar-Suudi ittifakının da yenilgisi anlamına geliyordu. Bu sürecin sonu Kürt ulusunun kazanımları ve ezilen halklar açısından da belli kazanımların ortaya çıkması ile belli bir düzeye gelmişti. Bir yandan Kürt ulusunun kazanımları ancak diğer yandan kadın hakları ve özgürlük mücadelesi başta olmak üzere, birçok konuda ilerlemelerin yaşandığı Rojava Devrim süreci ortaya çıktı. Yine gerici güçlerin yenilgisi ile halkların ortak yaşamı ve mücadelesi QSD ve Özerk Yönetim çatısı altında örgütlenmeye gayret sarf edildi. Halkın zenginliklerinin halka sunulması ve komün örgütlenmeleri ile halkın kendi kaynaklarını doğrudan örgütlenmesi anlamında çeşitli adımlar atıldı.
Elbette Rojava Devrim kazanımlarının, burjuva odaklarca, faşist ve gerici rejimlerce ve emperyalist güçlerce kabul edilmesi beklenemezdi. Bu durum pazar paylaşım savaşı yönelimine ve işin mantığına ters bir durumdu. Ve nihayetinde 7 Ekim 2023 süreci sonrasında İsrail’in bölge nezdindeki geniş ve uzun süreli saldırıları, İdlib’de konumlanan gerici HTŞ’nin önünün açılmasını beraberinde getirmiş, 10 günde Şam’a nakledilmişti. Diktatör BAAS’ın yerini, gerici HTŞ almıştı. DAİŞ gericiliği, yeni kılıf altında yeniden sahneye sürülmüş, makyajlanıp cilalandıktan sonra öne çıkarılmıştı. Ancak bu cila, kılıfın altındaki gerçeği daha fazla saklayamadı. Önce Alevilere yönelik soykıırmı, bugün Dürzilere yönelik katliamlar izlemektedir.
10 Mart İttifakı ve Birlik Konferansı
Kuzey-Doğu Suriye Yönetimi ve QSD adına Şam’da iktidara getirilen HTŞ ile 10 Mart günü yapılan bir ittifak antlaşması, önemli bir yankı yarattı. Bu antlaşmanın Alevi katliamlarının gerçekleştiği sırada yapılması, HTŞ’nin meşrulaştırılmasına zemin sunduğu gerekçesiyle çokça eleştirilere neden oldu. Bugün bakıldığında bu eleştirilerin oldukça haklı bir yerde durduğu daha net görülmektedir. Alevi soykırımına devam eden HTŞ, Dürzi halkına da saldırılarını yoğunlaştırmış durumdadır. Dürzi halkın bu saldırılar karşısında İsrail’e yönlendirilmeleri, siyonizmin bunu fırsat bilerek Suriye’de daha fazla işgale girişmesi önümüzdeki sürecin en önemli sorunu olarak ezilen Suriye halkının önünde durmakladır.
Yazımızın konusunda geri dönersek… Faşist TC ve Şam geçici hükümeti, Kürt Birliği Konferansı’na karşı olduklarını alel acele deklere ettiler. Kürt Birliği Konferansı’nın Suriye ve TC egemenlerinin hedeflerinin tersine bir durum yarattığı bilinen bir gerçekliktir. Bu anlamıyla, Kürtlerin birliğinden ziyade 10 Mart günü Özerk Yönetim ve QSD ile birlikte yaptıkları ittifakı öne çıkarmaktadırlar.
Elbette 10 Mart ittifakının olduğu yerde Kürt Birliği Konferansı’nın “atıl” kalma durumu ortaya çıkabilecektir. Ancak buna rağmen ezilen Kürt ulusunun birlik arayışları temelinde bir araya gelmesi, kendi kaderinin tayin hakkı konusunda tartışmalar yürütmesi daha ileri bir yerde durmaktadır. Her ne kadar özgürce ayrılma hakkını tartışamıyor olsalar da… Ancak bu ileri adımın geri planda kalması, emperyalistlerin esasa hangi politikayı koydukları ile alakalıdır. Bir anlamda “siyasal konjonktür”ün hangi yönde seyir izlediği Kürt Birlik Konferansı ve 10 Mart Antlaşması arasındaki esası belirlemektedir.
Suriye’de Kürt Birliği Antlaşmasında Fransız ve ABD emperyalistlerinin arabulucu rol üstlendikleri ortadadır. Kurulacak bir Kürt birliğini, ki bu durum Suriye’deki Kürt ulusunun birliği açısından henüz ilk adımdan ibarettir, daha yolun başında iken etkilemek, güzergahını çizmek üzere emperyalistler işin içine girivermişlerdir. Bu durum tam da emperyalizm çağında ulusal kurtuluş hareketlerinin düşebileceği zemini göstermesi açısından öğreticidir.
Kürt ulusunun bir bütün oluşturamadığı, farklı siyasal çizgilere sahip olduğu, farklı coğrafik, siyasal ve tarihsel arka planlarının olduğu bilinmektedir. Emperyalistlerle daha direk ilişki geliştirme siyaseti güden Barzani çizgisi karşısında Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile “Demokratik Ulus, Ekolojik Toplum” paradigmasını geliştirme hedefi güden bir siyasal örgütlenme söz konusudur. Her iki siyasal çizgi de Irak ve Suriye Kürdistanı’nda kendi yönelimleri ile ulusal kazanımlar elde etmenin amacını taşımaktadırlar. Ancak ortada olan siyasal ve toplumsal farklılaşma, Kürt ulusunun bir birlik içinde hareket etmesini zorlaştırmaktadır. Farklı siyasal çizgiler Kürt ulusuna önderlik eden hareketlerin farklı türlerde emperyalist güçlerle olan ilişkilerine yansıtmaktadır. Ortada olan bu faktörler Kürt Ulusal Birlik Konferansı’ndan beklentileri düşürmüştür. Bir faktör 10 Mart Antlaşması iken, bir diğer faktör ise Kürt ulusal hareketleri arasında mevcut olan farklı siyasal çizgilerdir.
Gerçek kurtuluşun çizgisi
25 Nisan Qamişlo Konferansı, ortaya koyduğu talepler noktasında, 100 yıllık süreç açısından da bakıldığında ileri bir durumu arz etse de, bağımsızlık hedefi ile ortaya çıkmamıştır. En ileri talebi şu süreçte Suriye içinde federatif ya da dile gelen hali ile “ademi merkeziyetçi” bir sistemin oluşturulmasıdır. Bu talebin HTŞ tarafından kabul görmediği ortadadır zira bu durumu, faşist TC’nin de kabul etmeyeceği bilinmektedir. Kültürel haklar, eğitimin bilimselliği, yargının bağımsızlığı, güçler ayrılığı, çoğulculuk, mali kaynak aktarılması, ademi merkeziyetçilik temelinde yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Kürtlerin ulusal haklarının garanti altına alınması, yönetimlerde kadınların yer alması ve 8 Mart’ın tatil ilan edilmesi vb. taleplerin ileriki günlerde Şam’a iletilmesi beklenmektedir. Bu taleplerin kabul görmeyeceği ortadadır. Bırakalım görüşülmesini, daha konferans bitmeden HTŞ kendi rengini belli etmiştir. 10 Mart Anlaşması kararlarının yerine getirilmesini dayatacakları ortadadır.
Kürt ulusu bir yandan Rojava kazanımlarının korunması için mücadele yürütmekte, diğer yandan kendi ulusal birliği için adımlar atmaktadır. Bunun yanı sıra daha farklı ittifak ve antlaşmalarla bölge üzerindeki otoritesini korumayı amaçlamaktadır. Qamişlo Konferansı bir yandan Şam ile yürütülen görüşmelerin gölgesinde kalmış diğer yanı ile hala Kürt birliği konusunda arayışları nihayete erdirmeyi hedeflemektedir. Bu sürecin de emperyalist güçler tarafından yönlendirme gayretleri gözümüze çarpmaktadır.
Eşyanın doğası gereği çözülmek istenen sorunun çelişkili durum oluşturduğu ve ikili bir yan ortaya koyduğunu görmek gerekir. Bir yanı ile Kürt ulusal kazanımları açısından ileri bir adım iken, diğer yanı selefi güçlerce bu sürecin yürütülüyor oluşu, daha doğrusu emperyalistlerin yönlendirmesine açık oluşu bu çelişmenin geri yanını oluşturmaktadır. Süreçte hangi taktiksel adımın daha fazla öne çıkacağı, süreçte devrimci savaşın geliştirilip geliştirilmeyeceği ile alakalı bir durumdur. Burada ortaya çıkan çelişkinin ileri bir yönde ilerlemesinin tek çözümü, emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı yürütülecek savaşların kendisi belirleyecektir.
Kürt ulusunun kazanımlarının korunması, ulusal sorunun ezilenler lehine çözülmesi emperyalizm ve proleter devrimler çağında proletaryanın omuzundadır. Bunun dışında geçici olarak ortaya çıkabilecek olan ulusal kazanımlar dahi yoğun bir direniş ve mücadele gerektirmektedir ki bu Rojava Devrimi ile ispatlanmıştır. Dolayısıyla Qamişlo’da ortaya çıkan durum ezilen Kürt ulusunun ileri bir adımı iken, emperyalistlerin bu kazanımı kendilerine yedekleme hedefi bulunmaktadır. Bu nedenle emperyalizmin, sömürge ve yarı-sömürge politikasının uygulandığı bir süreçte, Kürt Birlik Konferansı’nın dile getir(e)mediği en temel hak, bağımsızlık talebidir.
Ezilen ulusların gerçek kurtuluşlarının da proleter devrimlerle olacağını, Suriye’deki gelişmeler her gün yeniden ispatlamaktadır. Bir diğer hakikatte budur.